İslam ve İslam'ın kutsal kitabı Kur’an’ın amacı; Allahu Teala’nın insanın evrende yükselmesini emrettiği zirveye yükseltmektir.
Daha önce sizlere Kur’an Ayetleri ile anlattığımız gibi kainatın yaratılışının ana unsuru "insandır".
Allahu Teala, insanın yaratmış olduğu gaye üzerinde manen ve ilmen yükseldiğini görmek ister.
Allahu Teala, Enam suresi-59 da bizlere bilimi nerelere gizlediğini bulmamız için yol göstermiştir:
“Ve ındehu mefatihul ğaybi la ya'lemüha illa hu* ve ya'lemü ma fil berri vel bahr* ve ma teskutu miv verakatin illa ya'lemüha ve la habbe nktin fı zulümatil erdı ve la ratbiv ve la yavisin illa fı kitabim mübın” Enam–59
“Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.” Enam–59 (TDV meali)
Gaybın çeşitleri çoktur. - Allah’ın zatına has gayb; bu gayb ilmini zatından başkası bilemez,
- Allah’ın ilmi isteyen kulları için bildirdiği gayb; bu gayb dairesinin sınırları hücrenin altı kat altından başlayıp, Sidretül müntehanın sınırına kadar olan sınırı ihtiva eder. Bu sınırlar dahilindeki, Gayb dairesinin bilinmesine Allahu Teala izin vermiştir. Çünkü yarattığı insan halifesidir.
Allahu Teala, Gaybın insana has tüm ilimlerinin, araştırılması ve bilinmesi iznini Tekvir suresinin 24. ayetinde açıkça verilmiştir:
Aynı izin, bazı sırları da işaret ederek Enam suresi 59. ayetinde de verilmiştir.
“Gaybın anahtarları Allah katındadır. Onları yalnız O bilir. (kainattaki) kara ve denizdekileri O bilir. (O anahtarlar) kıl (incecik) gibi evraklara gizlenmiştir. O en küçük zerrelerin içindekileri ve karanlıkların gizlediklerini bilir. Nemli ve kuru ne varsa (yaratılmış her varlık) kitabı mübindedir.” Enam-59
Daha düne kadar atom ve altyapıları insana Gayb ve karanlıktı, Evrenin derinliklerinde gördüğümüz galaksi görüntüleri Gayb deği mliydi? Çok yakında iki Sidretül müntehanında sınırları keşfedilecektir. Bu sınırların birisi maddelerin en alt yapısında diğeri de Evrenin içinde yaratılmış olan varlıkların ötesindedir. İşte bu iki sınır aynıdır. Bu sınırda Allahu Teala, mikro ile makroyu buluşturur. İkisini cem eder. Şu an akıl almayabilir ama büyük ve küçük o sınırda iflas eder ve tüm ilmini açığa çıkarır.
Allahu Teala, Enam suresinin 59. ayetinde bizlere; hücreleri, hücrelerin daha da alt yapılarını, DNA’ların kıl gibi ince yapılarını ve bizlere karanlık yani bilinmeyen bir dünyada olan atom altı yapıyı, nano tekniği, kainatı, kainatın içindeki kıl inceliğindeki solucan deliği adı verilen tünelleri bu tünellerin açıldığı kapıların ardındakileri, sidrenin sınırını, nemli (yani canlı varlıkları), kuru (yani cansız varlıkları), ve misallerini daha da çoğaltabileceğimiz bu ilim kapılarını araştırmamızı bilmemizi emrediyor. Sebebi ise sen Allah'ın halifesisin; "alim olman gerek, cahil değil."
Ne yazık ki; Kur’anı Kerim'in muhtevasında daha gün ışığına çıkmamış bilim dalları var iken, Evrendeki karadelikleri, solucan deliklerini, genleri, nano tekniği ve daha birçok bilimi İslam gençlerinin ve bilim adamlarının araştırıp bulması gerekirken, batılı buluyor ve bizim dinimizle dalga geçiyorlar. İslam alemi, daha ne zamana kadar silahını, teknolojisini, tıp ilmini, astronomi ilmini batılıdan alacaktır? Daha düne kadar bu saydığımız ilimlerin babası İslam alimleri değil miydi?
Zamanımızda din bilgisi bilimsellikten çıkarılmış, yerini birçok uydurma hurafe ve İslam’da olmayan bilgilerle doldurulmuş, İslam’ın insanlara sunduğu ilim kısıtlanıp kaybolmuştur. İlim yerine, bölünmeye, mezhep kavgalarına, cemaat ayrımcılığına sürüklendik.
Ortaçağın Hıristiyan din adamlarının bilimin önüne din adına engel koymalarıyla başlayan engizisyon, bu gün İslam adına kendilerini İslam alimleri sanan kişiler tarafından, İslam adına sessizce uygulamaya konulmuştur. “Peygamber de sizin gibi bir insandır derece olarak sizden bir farkı yoktur” diyen ve alim geçinen cahil, İslam alemine ne verebilir ki?
Tamamen kapalı bir devre haline getirilen İslam, aslına uygun olmaktan çıkarılmış, Kur’an'ın bilimsel derinliklerinden ilim tahsili yapmak nerdeyse yasaklanmış, Kur’an'ın derinliklerinden haber verenlere de günahkar, dinden çıkmış gözü ile bakılmaya başlanmıştır.
Bir zamanlar İslam ilminin pınarları olan Tasavvuf ocaklarının çoğu asıl gayesinden uzaklaştırılmış, bir kısmı din turizmi haline getirilmiştir. Diğer Tasavvuf ocaklarının bir çoğunda ise talebelere, İslami ilim tahsili yasaklanmış kayıtsız şartsız o ekolun başındaki kişiye itaat ve teslimiyet şartı getirilmiştir. “Hocaya veya şeyhe soru sormak edep dışıdır” sözü uydurularak o şeyhin ya da hocanın cehaleti gizlenmiştir. Hatta cemaatler kendi aralarında bile birbirlerine kitaplarını, sohbetlerini yasaklamıştır.
Oysa Resulullah Efendimizin (s.a.v.) talebeleri olan Sahabeler, Peygamber Efendimizden (s.a.v.) değişik bir bilgi öğrendikleri zaman şöyle sorarlardı:
“Ya Resulullah bu söylediğiniz Allah tarafından inen bir ayet mi yoksa kendi sözünüz mü?”
İşte İslam da Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zamanında başlayan sorarak öğrenme özgürlüğü daha sonradan kaldırılmıştır. Cemaatlerin çok az bir kısmı asıl gayesi üzerinde çaba vermektedir.
İslam'daki bu ve buna benzer yasaklamalar, Emeviler devrinde başlamış, hür İslam toplumunu kendi emirlerine almak ve bu toplumun yönetimini padişahlığa dönüştürmek için, zamanın yönetimindeki kişilerin emrinde olup da fetva veren ve Peygamber Efendimizin (s.a.v.) dilinden birçok hadis uyduran (Yahudi kökenli) Alim müsveddeleri türetilmiş, gerçek İslam Alimleri de Emeviler ve sonradan gelen benzer yönetimlerin çeşitli baskıları ile susturulmuş veya katledilmiştir.
Böylece zaman içerisinde İslam dini, İlim dini olmaktan çıkmış, görünüşe kılık kıyafete, önem veren müntesiplerini her fırsatta cehennemle tehdit eden, düşünmeyi yasaklayan, Kainatta yaratılmış olan en üstün varlığı yani İnsanı kendi kalıbında kalmasını sağlayan ve diğer varlıklar karşısında küçülten, aslından uzaklaştıran bir din haline getirilmiştir. Alimlerin ilmi ise, derinliğine göre değil, kıyafetlerine ve sakallarının uzunluğuna göre değerlendirilmiştir.
İslam dini kainattaki ve dünyadaki tüm insanlara hitap eden bir kutsal kitabın, Kuran-ı Kerim'in emirlerine tabi iken, İslam alemi kendi içine dönük ve İslam olamayan, insanlardan ayrı yaşamaya zorlanır hale gelmiş, yabancı bir dindeki insanla yakınlaşmanın altında şüpheli şeyler aranmaya başlanmıştır. Oysa Peygamber Efendimiz (s.a.v.), hiçbir başka din mensubunu ya da inançsızı ayırmadan her İnsana İslam’ı tebliğ etmiştir.
İslam dini altında her insan eşittir. Peygamber efendimiz (s.a.v.) veda hutbesinde bunu açıkça beyan edip şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Rabbiniz birdir, babanız birdir. İslâm'da insanlar eşittir. Hepiniz Adem'in çocuklarısınız, Adem de topraktan yaratıldı. Allah katında en değerliniz, en çok Allah'a sığınanız, emirlerine yapışanınız, günahlardan arınanınız, azabından korunanızdır. Bir Arap'ın, Arap olmayana, bir başkasının Arap'a, bir siyahın bir kızıl deriliye, bir kızıl derilinin bir siyaha, takvanın dışında bir üstünlük sebebi yoktur.”
Peygamber Efendimizin bu sözleri İslam’ın, İnsanları eşit gördüğünün delilidir. Ancak, biz İslam aleminin mensupları, Kuran-ı Kerim'e tam uymadığımız gibi, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) sözlerine de itaatimiz tartışılır. Bugün İslam’ın ana unsurunun kılık kıyafet olduğunu dayatanlar eşit olan İnsanlar arasında neden ayrım yapmıştır?
İşte size çarpıcı bir örnek;
“Tesettür; kadın hür ise bütün bedeni avrettir. Eller ve yüz hariç hiçbir yerine bakılamaz haramdır. Kadın cariye ise; bazı alimler onun avret yeri göbekle diz arasıdır demiştir. Bazıları da, cariyenin avreti, yaptığı iş sırasında açılmasına ihtiyaç olmayan kısımlardır demiştir. Buna göre cariyenin başı, kolları, bacakları, boynu, göğsü avret sayılmaz demişlerdir.” (Kaynak; Kütübü sitte, cilt-3 sayfa12)
Şimdi; cariye veya başka bir insan Allah'ın yarattığı şerefli ve üstün bir varlık değil mi? Cariye, Müslüman olsun ya da olmasın bir İslam toplumu içerisinde yaşıyorsa bu ayrımcılık neden? Cariyenin avret yeri Müslümanın nefsini azdırmaz mı? İşte İslam aleminin son zamanlardaki İslam ilmi adına tartıştığı konular buna benzer konulardır. Oysa Allahu Teala yarattığı insanlara arasında, yaratılışları ve rızıkları dünya üzerindeki insanca yaşam sürmeleri hakkında ayrım yapmamış ve diğer yarattıklarına karşı üstün ve şerefli kılmıştır.
“Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.” Isra -70 (TDV meali)
Ebu Hureyre Ra diyor ki; “Ben Resulullahdan iki kab dolusu ilim aldım. Bunlardan birini size naklettim. Diğerini de nakletmiş olsaydım boynumu vururdunuz” Buharî, İlim, 42.
Ebu Hureyre Hz.leri gibi Kur'an ilimlerinin hakikatine ulaşan birçok İslam mutasavvıfı ve düşünürü yazmış oldukları eserlerde Kur'an’ın derinliklerini anlatan cümlelerinde daha ileri gitmekten korkarak “Bundan öteye anlatmaya bize müsaade yoktur” diyerek, konuyu kapatmışlardır. Sebebi ise dar düşünen, sonsuz İslam ilmine kendi kafalarında sınır koyan, kaba sofuların fitne çıkarmasını önlemek içindir.
Zaman artık, Sidretül münteha ilimlerini keşfetme zamanıdır. Batılılar, tahrif olmuş Tevrat ve İncilden medet umup, teoloji paralel bilimin derinliklerini araştırırken, İslam alemi Kur'an'ı evin duvarlarına asmış ağlamaktadır. Hazineler yüklü Kur'an-ı Kerim varlığındaki ilimleri açacak alimleri beklemektedir. Maddeden icat edilecek her makine ve alet yapılmıştır. Ancak, zaman yolculuğu, galaksiler arası seyahat, hastalıklı hücrelerin yerine yenisini üretmek, insan uzuvlarını bioelektronik teknikle icat etmek, ömürleri uzatmak Ruhun sırları ile birleşip kalpleri düşünceleri okumak ve daha birçok bilim dalı artık maneviyatla yani Kur'an'la yürüyecektir.
Ahir zamanı yaşadığımız şu günlerde kalplerde küllenen ilmi imanın ve ilmin yeniden tazelenmesi için, İslam’ın insanlara verdiği hürriyeti ve derin ilimleri tüm açıklığıyla anlatmanın insanın, kainatta sonsuz kere tekrarlanan hayatlarını ve bu hayatlarındaki evrelerin ve her evredeki olgunlaşmalarını hatırlayabilmeleri için bu konudaki ayetlerin zamanımıza ve ötelerine hitap eden manalarının açıklanmasının vakti gelmiştir.