Ezanın hakikatini ele almak ve bu önemli konuya değinmek istedik. Hazreti Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) namaz vakitleri belli olduktan sonra ashabıyla birlikte oturup; “biz de namaz vakitlerini bildirmek için bir yol belirleyelim ve bunun için fikirlerinizi alalım. Bir işaret, bir söz bulalım veya bir çağrı yapalım, nasıl yapalım ne düşünürsünüz?” diyerek istişare etmiştir. Namazı duyurmak için her hangi bir âyet inmediği için böyle bir yol izlemiştir. Hazreti Peygamber Efendimiz (s.a.v) zorlayıcı, benim dediğim olsun diyen bir insan değil aksine önemli konularda sıkça çevresine danışan bir insandı. Bu yüzden her konuda istişare etmek sünnettir. Bu hareket bile Hazreti Peygamber Efendimizin (s.a.v) ne kadar alçak gönüllü, karşıdakine değer veren, onun sözlerine kıymet veren bir insan olduğunun; İnsân-ı Kâmil, İnsân-ı Kebîr, Halef olduğunun en büyük delillerinden bir delilidir. Bir çok konuda olduğu gibi özellikle de harplerde çok istişare etmiştir. Onun için sahabeler derlerdi ki; “bu senin sözün mü yoksa âyet mi ya Resûlullah?”. “Âyettir” derse hiç kimse itiraz etmez ama “bu benim fikrim” dediği zaman herkes fikrini ortaya koyarmış. Gerçek özgürlük, gerçek demokrasi, gerçek insan hakları Efendimizin (s.a.v) yanında her an hayat bulmuştur.
Bu hal tarih kitaplarında ve hadislerde olduğu halde insanlar bunları görmezden gelmekte; “benim dediğim geçerlidir”, “hocanın lafının üstüne laf konmaz” hesabı ile iş görmektedirler. Dönüp de Peygamber Efendimize (s.a.v) bir baksalar, onun nasıl anlayışlı olduğunu, karşıdakine nasıl değer verdiğini ve fikrini aldığını bir okusalar ve idrak etseler işte o zaman yanlışlarından kurtulurlar. Ne yazık ki bunların tamamı günümüzde uygulanmaz olmuştur. Hoca efendi dedi tamam, yanlış olsun doğru olsun hiç kimsede itiraz yok. İnsan yanlışı yani kalbine oturmayanı sorgulamalıdır. Çünkü bu bizim sonradan koyduğumuz veya koyacağımız bir kural değil, Hazreti Peygamber Efendimizin (s.a.v) cemaatiyle olan bir kuralıydı. Bu kuralı bizzat kendisi koymuştur.
Ezanın ortaya konuş noktasına gelecek olursak, o toplantıda herkes fikir üretmeye, çeşitli öneriler getirmeye başladı. Kimileri “çanla duyuralım” deyince çan kiliselerde var dediler, çan Hıristiyan adeti biz onu yapmayalım dendi. Birileri dedi ki “boru çalalım” sonra bu fikir de Yahudi adetidir diye kabul görmedi. İbadete çağrının ne şekilde olacağı konusunda fikir birliğine varılamadı. Bu sıralarda Bilâl-i Habeşî hazretleri gördüğü bir rüyayı anlattı. Rüyasında Ezan’ın bugünkü şeklini duymuştu. Ezan’ı orada herkese okuyor ve Hazreti Peygamber Efendimiz de (s.a.v) beğenisini dile getiriyor. Bir kaç kişi daha rüyasında aynı çağrıyı duyduklarını söyleyince Peygamber Efendimiz de (s.a.v) buyuruyor ve "tamam çağrımız bu olsun” diyor.
Ezanın görünen zahir tarafı bu şekildedir. Batın tarafında ise bu şekilde bir çağrı olacağına zaten Hazreti Peygamber Efendimiz (s.a.v) tarafından mana aleminde karar verilmişti. Ezan esas itibari ile tamamen ledünni bir konudur. Yazımızın bu kısmında bunu anlatacağız inşallah.
Bu olay Hazreti Peygamber Efendimizin (s.a.v) biiznillah mana âleminde hazırladıklarını insanlara rüyalarında gösterip, kabul ettirmesidir. Ezana da bu şekilde karar verilmiştir. Peki ezanı biz bugün nasıl anlıyoruz? Ezanı cümle cümle tekrar ele alalım:
Allahu ekber: “Allah büyüktür” veya “en büyüktür”. “En büyüktür” derken bile bir sınır çizmiş oluyoruz. Halbuki orada bir sınırsızlık olması lazımdır.
Eşhedû en lâ ilâhe illallah: Allah’tan başka İlah olmadığına tanıklık ederim.
Eşhedû enne Muhammeden Resûlullah: “Şahidim ki Hazreti Peygamber Efendimiz (s.a.v) O’nun Resulüdür”.
Hayye ale’s-salâh (salât): Haydi namaza. Aslı “haydi duaya” anlamındadır, biz onu haydi namaza olarak alıyoruz. “Salah (salât)” Arap dili literatüründe dua anlamındadır ama bize namaz olarak da geçmiş ve yerleşmiştir. “Namaz” Farsçadır, aslı olan “salah (salât)” ise Arapçadır.
Hayya alel-felah: Haydi kurtuluşa. Haydi vakti geldi yürüyelim o namaza veya duaya. “Felah”ın zahir manada anlamı kurtulmak, sükunete ermektir.
Es-salatu Hayrun Mine’n Nevm*: Namaz (dua) uykudan hayırlıdır*.
Allahu ekber: Allah büyüktür
Lâ ilahe illallah: Allah’tan başka İlah yoktur
(*) Bu kısım sadece sabah namazı için okunur.
Ezanı Hazreti Peygamber Efendimiz (s.a.v) tasdikledi ve ilk olarak da Bilâl-i Habeşî hazretleri bir öğlen namazı sırasında Kabe’nin damına çıkarak okudu. İlk minare Kabe’nin üstüdür. Zahir manada ezanı yani çağrıyı böyle biliyor ve uyguluyoruz. Ezan günümüzde ise gereğinden fazla süslenerek ve uzatılarak okunmaktadır. Bilâl-i Habeşî Hazretleri ezanı okurken bugünkü gibi uzatarak değil gönülden gelen, hatta sadece gönülden gelen değil bütün hücrelerinden gelen, bütün yapısından gelen, bütün manevi yapıları ile beraber gelen bir güçle okumuştur.
Ahir zamanda her şeyi dejenere ettiğimiz gibi ezanı da manasından uzaklaştırdık. İki dakika sürecek ezan çağrısını on dakikaya çıkardık ve daha da uzattıkça iyi bir şey yapıyormuşuz sandık. Halbuki bu şekilde ezanın maneviyatının gittiğinin dahi farkında olamadık. Bilâl-i Habeşî hazretlerinin okuduğu Ezan’ın aslı ve sünneti; daha tok bir sesle, daha güzel bir sesle, uzatmadan okumaktır. Çünkü ezan Huzuru Peygamberde hazırlanan bir çağrıdır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) Kur’ân-ı Kerîm okurken dahi teganniyi yasaklamıştı yani sesini hançeresinde tekrarlayıp türlü sesler çıkarmayı, kelimeleri bozarak uzatarak, çekerek okumayı yasaklamıştır, onun da belli bir kuralı vardır. Ama biz sanki Hazreti Peygamber Efendimiz (s.a.v) öyle dememiş gibi hâlâ uzatarak okuyoruz. Ticari çıkar sağlamak için, CD yapıp satabilmek için Hem Kur’ân’ı müzik gibi uzattılar, hem de ezanı o şekle getirdiler. Osmanlı’da da ezanlar bugünkü gibi uzatılarak okunmazdı. Ama bazı Mısırlı hafızlar çıkıp işi bu şekle dökünce, bu sefer biz de İslam’ı kavrayamadığımız için, İslam’ın manasını bilemediğimiz için, Kur’ân’ın manasını bilemediğimiz için, ezanın manasını bilemediğimiz için onlar gibi süslemeye başladık.
Halbuki ezan insanın kalbine, maneviyatına hitap etmeli ama uzattıkça insanlarda bir usanç oluşuyor bunların farkında da değiller. Sanıyorlar ki iyi bir iş yaptık. Bunlar bugünkü hatalarımız. İnşallah ezan da, Kur’ân okumak da, Kur’ân’ın manaları da aslına döner. Biz buna inanıyoruz çünkü Allahü Teâlâ âyetinde buyuruyor ki “Her şey aslına rücu eder.” Zahir manada da ortaya konanlar bir gün gelecek inşallah aslına rücu edecek.
Ezan’ın Huzuru Peygamber’den hazırlanışına yani hakikatine bakalım:
Allahu Ekber
İslam dininden maksat Allahü Teâlâ’nın sonsuzluğunu anlayıp O’nda O olmaktır. Kur’ân’ın genel mesajı da budur. Allah’ın (c.c) sonsuz varlığı var ve biz O’nun sonsuz varlığından varlık âlemine gelmiş, zahirde görünenler gibiyiz ama aslımız yine O’dur. Ezandaki Allahu Ekber kelimesi “Allah var başka hiç bir varlık yoktur” anlamındadır. Çünkü Ekber’in sınırı olmaz. Ezan’daki Ekber’in sınırı yoktur, O sonsuzdur. Dolayısıyla Allahu Ekber; “sonsuz Allah ise (celle celaluhu) O’nun içinde bir başka varlığa yer yoktur” demektir. Allahu Ekber; “Sonsuzdur, sonsuzluğun sahibidir. O vardır, O’ndan başka hiç bir şey hiç bir varlık yoktur” anlamındadır. Allahu Ekber aynı zamanda Amâ’yı temsil eder. “Bugün mülk kimin?” dediği haldeki gibi; bir tek ilk baştaki sonsuz varlık sahibi olan Allah (c.c.) var. “Ezan aslında yaratılışın ve Kur’ân’ın bir özetidir”. Zaten Kur’ân yaratılış olduğu için vardır. Eğer yaratılış olmasaydı Kur’ân’ı bilip anlayacak kimse de olmazdı.
Eşhedû en lâ ilâhe illallah
Hal bu şekilde olunca işte O Allahu Ekber varlığında, sınırsız Allah varlığında (celle celaluhu), O sonsuz Allahü Teâlâ’nın vahdetinde, ehadiyetinde, samediyetinde o bilinçler diye bahsettiğimiz ilk oluşumlar, Amâ’daki o ilk oluşumlar, o ilk alınan bilinçlerle, ilk bilinçlerimizin idrak ettikleri, şahit oldukları ise “La ilahe illallah” idi.
İlah var (ilk ismi Allah) O’ndan başka bir varlık yoktur. “Şahit tutuluyorsunuz” çünkü orada size bilinç verilmiş, bir yol açılmış, bir idrak verilmiş. Siz Amâ’dasınız. Varlık âlemine hazırlığınız bir yolculuğunuz, orada başlamış. O idrak, hep “Amâ’da bir ilk bilincimiz vardı” diye bahsettiğimiz o ilk bilincimiz işte Allahü Teâlâ’nın varlığını, birliğini anlamak ve bilmekti. O’nun varlığını, birliğini direkt kendisi bize anlatıp bildirdiği için biz şahit olduk. Bu yüzden de ezanda “Eşhedû en lâ ilâhe illallah” diyoruz. Mana âlemindeki derin anlamı, gerçek anlamı budur. Biz onun için “Eşhedü” deriz.
Kelime-i Şehadet konusuna kitabımızda yer verdik ve orada sizlere şu soruyu sorduk “nasıl şahit oldunuz?” “nerede şahitsiniz?”. Bunun cevabı aynı zamanda ezanın içerisindedir. Şahitliğimizin esası ezan ile anlatılan şahitliktir. Ezan kutsaldır, ezanı çok seviyoruz ama sınırları içerisinde olmalıdır. Ezan okunduğu zaman hücreleriniz dahi ezana itaat etmelidir. Manayı kaybetmeden Bilâl-i Habeşî Hazretlerinin okuduğu gibi, Hazreti Peygamber Efendimizin (s.a.v) tasdiklediği gibi okunmalıdır.
Bizim ilk şehadetimiz Allahü Teâlâ’nın varlığında daha hiç bir varlık oluşmadan, o Amâ dediğimiz halinde bizleri varlık âleminde yolculuğa hazırlarken, bizleri kendisine aynalar olarak hazırlarken, bizleri kendisini anlayacak, idrak edecek, kendisini bilecek varlıklar olarak hazırlarken ki ilk bilinçlerimizdir. Bizim şehadetimiz “bilinmekliğimi sevdim” diye başlayan Kudsi Hadisinin gereği olarak ilk idrak ettiğimiz İlah’ın varlığında, bize İlah’ın verdiği o bilinçle ilk tanıdığımız O’nun Allah halidir.
Eşhedû en lâ ilâhe illallah; daha varlık âlemine gelmeden, yaratılmadan, Amâ’daki idraklerimizin ilk idraki, daha önce küçücük bilinçler dediğimiz o ilk bilinçtir.
Eşhedû enne Muhammeden Resûlullah
O bilinçte bize bir rehber, varlık âleminde bizi tutacak, bize sahiplik edecek, bizi sarıp sarmalayacak bir yoldaş, yanlışa düştüğümüzde bizi uyaracak bir varlık lazım. Allahü Teâlâ kendi sonsuz isimlerinden bir ismini, ilk bilen bir ismini, bize daha o idrakler, o bilinçler verilmeden önce bilinçlendirdiği varlığı, Hazreti Peygamber Efendimizi (s.a.v) bize rehber göndermiştir. Bunu okuyanlar belki abartıyorsunuz diyecekler ama hakikat budur. Ezanın içindeki mana da budur, Kur’ân’ın içine baktığınız zaman da bu mana vardır. Onun için O Peygamberler Peygamberidir, âlemlere rahmettir. “Ey Habibim seni âlemlere rahmet olarak gönderdim.” âyeti bu dediğimizi tasdikliyor.
İşte O rehberdi, O ilk Nurdu, varlık âlemine doğru ilk yolculuğa çıkandı. Biz O’nun rüzgarının peşinden beraber gittik. O zatından zatına tecellisinde varlık âlemine ilk çıkan Nurdu, O’nu takip ettik. O cüzi bilincimize Allahü Teâlâ O’nu da ekledi.
Eşhedû enne Muhammeden Resûlullah; Resul aynı zamanda irsal edilen, gönderilen, hem O’nu genel manada temsil eden, hem O’nun genel manada aynası olduğu gibi irsal edilen, gönderilen demektir. Resul kelimesi irsal kelimesinden gelmedir. İlk yolculuğa çıkanın peşinden çıkıldığı için ilk irsal edilendir. Ezandaki o ilk irsal edilenle beraber O’nun peşinden irsal edilenler yani mürselat başladı. Zatından zatına tecellisinde mürselat başladı. Mürselat yani gönderilenler, irsal edilenler varlık âlemine gönderilenler orada başladı ve lideri ise Hazreti Peygamber Efendimiz (s.a.v) idi. İşte ezandaki Eşhedû enne Muhammeden Resûlullah’ın ledünni, gerçek manası, Amâ’daki idrakteki, oradaki bilinçteki manası da budur.
Mahmur bir sesle okunan sabah ezanı bizi alır ta nereleri gezdirir. Orada siz o ezanla beraber olursanız belki de Amâ’ya gidip tekrar dönersiniz. Belki bir “innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” yaşarsınız. O ses, o saklı yürekten gelen o güzellik ilk şehadetin belirtileri, ilk itikatın, ilk bilincin belirtileri olmalıdır.
Hayye ale’s-salâh (salât)
Sidre’nin geçildiği haldir. Bunu bize orada söyleyen Hazreti Peygamber Efendimizdir (s.a.v). “Rabbinizin huzurunda toplanın, haydi orada O’nunla O olmaya, O’nda secde etmeye, O’nunla beraber O’nun dediklerini anlamaya toplanın” demektedir. Dua da budur zaten. Hayye ale’s-salâh; o sesle, o halle beraber biz orada toplanır toplanmaz Rabbimiz bize “Elestü birabbiküm – Ben sizin Rabbinizim” dedi. Bizler de “kâlû belâ, şehidnâ - Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk!” dedik (Araf Suresi 172). “Elestü birabbiküm” ile o bilgileri Rabbimizden aldık. Orada yine liderimiz Hazreti Peygamber Efendimiz idi (s.a.v). Rabbimiz bizi bilgilendirdi ve orada büyük bir sevinçle O’nun varlığında secdemizi, tavaflarımızı ettik, döndük dolaştık, varlık âlemine doğru tekrar yolculuğumuza ise devam ediyoruz.
Hayya alel-felah
Bu sefer Allahü Teâlâ sesleniyor; “Hayye ale’l-felah”... “Haydi! Bu Nur âleminde beden yapınız, varlık âleminde görünmeniz başladı. Sizi tekrar hasret gününe almak için innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn yolculuğuna çıkardım.” Haydi felaha yani varlık âleminde hangi hale girerseniz girin, hangi bedene girerseniz girin, felahınız, kurtuluşunuz, rahat edeceğiniz, mutlu olacağınız, mutmain olacağınız halde uğurluyorum. Bu o şekilde bir uğurlamadır, bu sefer oradaki sözü söyleyen Rabbimizdir. Hayye ale’l-felah; “Ey mutmain olmuş nefs, Rabbin senden razı sen Rabbinden razı olarak dön!” âyetinin açılımıdır.
Hayye ale’s-salâh’ı söyleyen Hazreti Peygamber Efendimiz (s.a.v) ile Elest gününde Rabbimizin huzurunda toplandık; Hayye ale’l-felah diyen Rabbimiz ile de o bilinçlerle, o hallerle, o mutluluklarla varlık âlemine uğurlandık. Ne yazık ki bizler varlık âleminde bunları unuttuk. Ama Hazreti Peygamber Efendimiz (s.a.v), liderimiz geldi bizlere bunları tekrar hatırlattı. Kendisi varlık âleminde de, dünyamıza beden hali ile gelmeden önce de diğer peygamberlere de hatırlatıp onları vekil olarak, Peygamber olarak gönderen de O’dur. Çünkü O peygamberler peygamberidir (s.a.v). Hazreti Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Ahir zamanda bizzat bizi tekrar uyaran, bizzat tekrar bize “Hayye ale’s-salâh” diyendir. Rabbimizin “Hayye ale’l-felah” sözünü bizlere tekrar hatırlatandır.
Kur’ân’ın tamamı “Hayye ale’l-felah”tır. Eğer anlarsak ve bilirsek; insanın ledünni bilgileri, varlığındaki bütün bilgilerinin genel toplamı, Levh-i Mahfûzun bilgilerinin genel anlamı Hayye ale’l-felah’tır. Bütün varlık âlemini tek noktada toplayan Allahü Teâlâ bütün ilmini de Hayye ale’l-felah’ta toplamıştır, Hayye ale’s-salâh’ta öğretmiştir.
Allahu Ekber
İlk Allahu Ekber ile varlık âlemine geldik, beden âlemine doğduk, doğarken O’nu hatırlıyor ve biliyoruz. Çünkü hiç unutmadık. O ezanla bize bildirilen daha dündü, Amâ daha dündü. Tekrar hatırlatmak için ezanın içerisinde ikinci defa “Allahu Ekber” vardır. Yeryüzüne doğar doğmaz “Allahu Ekber”i işitirsiniz, hepimiz işittik, vakit gelir belki hatırlanır. İkinci “Allahu Ekber” varlık âleminde bilinçlendikten sonra, O’nun sonsuzluğunu, O’nun ehadiyetini, samediyetini kavramak için anlayışımızı istemek, O’ndan ilmi istemek, O’na doğru yönelmektir.
Evet, iki defa Allahu Ekber diyoruz, biri doğuşta, biri varlık âleminde. Ölene kadar idrak etmemiz gereken şey O’nun sonsuzluğudur. Bizlere sürekli Amâ’yı özlettiriyor ki o Amâ’nın bir manası Meryem Suresi’nin 39. âyetinde geçen “Hasret Günü”dür. Amâ; oradaki o idraki, o bilinci, sahibine teslim etmektir.
Lâ ilahe illallah
Teslim ettikten sonra bilinciniz tekrar O’nun sonsuz bilincinde kaybolurken yine ilk aldığımız bilinçten önceki hali “La ilahe illallah”tır. “Allah vardır, O’dan başka hiç bir varlık yoktur”. Her şey aslına rücu etti. “İnnâ lillâh; Allah’ta idik, İlah’ta idik. İleyhi râciûn; onu noktaladık, geri O’nda varlık kalmadı, kâinat kalmadı, zahir âlemde, görünür alemde hiçbir varlık kalmadı O’na döndü. O’nu tanıyan bilinçler, O’na ayna olanlar, Kâmil insan olarak O’nu yansıtanlar, Halef olarak O’nu yansıtanlar geri O’na döndüler, O’nda Fenâfil oldular. Bize ilk verilen o kıvılcım şeklinde küçücük idrak ve bilinci tekrar teslim ederken, son sözdür, son idraktir, son anlayıştır.
“La ilahe illallah” dedik ve her şey bitti, her şey geri Amâ’ya geldi, sonra “Bugün mülk kimin?” sözünü İlah orada tekrar söyler. Ardından yeni bir yaratılış, yeni bir ezan, yeni bir yapı zuhur edecektir. Çünkü “O her an Şen’dedir” âyet gereği veya Allahü Teâlâ’nın o hali gereği devam eder.
Es-salatu Hayrun Mine’n Nevm
Namaz (dua) uykudan hayırlıdır. Bu sadece sabah ezanında okunur. Ezana sonradan eklenmedir. Bu yüzden ledün açıklaması yapmıyoruz. O bir ikazdır, bir temennidir. Bizim için güzel bir öğüttür.
Özet olarak ezandaki gerçek mana budur. Ezanın alınıp yarışmalara sokulup; güzel okundu, uzun okundu, az okundu, kısa okundu diyerek şekilden şekile sokulmasına üzülüyoruz. Ezanı yürekten okumak, manayı bilerek okumak, bilemesen bile saf bir yürekle O’na doğru yönelerek okumak lazımdır. Kelimeleri, harfleri uzattıkça manayı kaybediyorsunuz. Başka bir zamandan gelip de bir anda Ezanı dinlemeye başlayan biri sadece o “aaaaa” sesini duyar. İlahi tat gidiyor, ilahi ahenk orada kayboluyor. İnşallah o bilinç geri gelir de gerçek manada yürekten ezan okuyanlar çoğalır.
O ezan öyle olmalı ki bize direkt Allahü Teâlâ’yı, o hasreti, O’ndaki varlığı birliği tekrar hatırlatmalı. O ezan öyle olmalı ki bizdeki yokluğu, O’na olan muhtaçlığı anlatmalı. O ezan öyle olmalı ki Hazreti Peygamber Efendimize (s.a.v) olan sevgimizi, O’nun liderliğindeki sevincimizi anlatmalı.
Hakikati yaşatan Allah’tır celle celalühü.
Cafer İskenderoğlu