Levh-i Mahfûz; Allahü Teâlâ'nın Âlim sıfatının manadaki zuhurudur. İlah’ın Âlim hâlinin manadaki varlık âlemine yansımasıdır. Hâliyle Levh-i Mahfûza herhangi bir sınır çizilemez. Levh-i Mahfûz İslam'ın hakikatini anlayamayanların tarif ettiği gibi; "sayfalardan oluşan, satırlardan oluşan bir kitap" da değildir.
Allahü Teâlâ'nın "Ol!" emri Levh-i Mahfûzun kelam hâlidir. Onun içerisinde Levh-i Mahfûz da ne varsa veya ne olacaksa veya Yaratan onu hangi hâlde dileyecekse, O’nun tüm ilmi "Ol!" emrinin içerisindedir.
"Ol!" emrini kitaplarımızda ve yazılarımızda başka türlü izah etmiştik. Yeri geldikçe manaların hâlleri de değişiyor. Çünkü Allahü Teâlâ'ya tek bir bir manada bakılmaz. Biz onu tek bir şekilde tanıyamayız. Bizler Elest gününde Rabbimizi gördük ve tanıdık (Araf Suresi, 172). Bununla beraber İleyhi râciûn'da (Elest'e geri dönüşümüzde) Rabbimizi o ilk hâldeki gibi göremeyeceğiz. Çünkü her şey her an değişiyor. Dolayısıyla Levh-i Mahfûz da her an değişiyor, Allahü Teâlâ’nın isim ve sıfatları aynı olsa da onların hâlleri de sürekli değişiyor. Bu yüzden Levh-i Mahfûzu da sınırlandırıp, belli bir hâle sokmamak lazımdır. Bizim bu anlattıklarımız da bir boyuttan ele aldığımız hâlleridir.
Allahü Teâlâ'nın Âlim sıfatının varlıktaki hâllerine yansıması nasıldır? Bunu örneklemek için bir molekülü ele alalım. Bir molekülün oluşumunda molekül istenen hâline gelene kadar, yani varlıkta alacağı görev üzerine inşa edilene kadar, Allahü Teâlâ hangi isimleri, hangi ilimleri ile tecelli etti ise onlar gelip o molekülün içerisinde kalırlar. Bütün yaratılmış mahlûklar, Allahü Teâlâ’nın "Ol!" emri içerisinde şekil almış Levh-i Mahfûzlardır. Yaratılmış bütün varlıkların yaratılış ilmi, onların ihtiva ettikleri güçler ve kuvvetler, onları meydana getiren şekiller, altı aşamada yaratılış sıralamasında nurdan hücreye olan varlıklar, hücrelerin çeşitli hâllerde üst üste binmeleri ile oluşan ve varlık âleminde görülen tüm varlıklar Levh-i Mahfûzlardır. Kâinattı ele aldığımızda biliyoruz ki uzay diye adlandırdığımız her tarafı Rabbimiz kaplamıştır. O’nun Ruh’u kaplamıştır. Rahmân kaplamıştır, Rahim kaplamıştır, hatta Levh-i Mahfûz kaplamıştır.
Kâinatta her yerde, Allahü Teâlâ'yı hangi yönden görmeyi dilerseniz o yönden görürsünüz. Rahmân’ı görmek isterseniz Rahmân’ı görürsünüz. Rahim’i görmek isterseniz Rahim’i görürsünüz. Levh-i Mahfûz olarak görmek isterseniz Levh-i Mahfûz hâlde görürsünüz. Ruh, bütün isimleriyle beraber, bütün varlıkları ile beraber vardır. Ruh bütün varlıkları ve bütün sonsuzluğu içermiştir. Ancak Ruh'un fiiliyatı sadece insanda vardır. Geri kalan her tarafı kuşatmıştır. Kuşatmıştır kelimesinin üstüne basa basa söylüyoruz. Kuşatmıştır, bir şeyin çevresinden dolanmamıştır. Ruh elbette insanı da kuşatmıştır, fakat bilinç ve ilim noktasını veya Allah ile beraber yaşama hakkını yalnızca insan, İnsân-ı Kâmil ve İnsân-ı Kebîr almıştır.
Artık anlıyoruz ki kâinatta gördüğümüz bu güzellikler, kâinatın resimleri, kâinatta var olan tüm varlıkların hepsi Levh-i Mahfûzun yansımasıdır. Onların hepsi Allahü Teâlâ’nın ayetleridir, hepsi onun sözleridir veya O’nun o hâlde görünmek istediği şekilleridir hâlleridir. Onları okumak lazımdır. Kâinatta renk renk yerler görürsünüz, o renklerin her birinin altında bir başka isminin bir başka gücü, bir başka kudreti yatar. Bunların tamamı Levh-i Mahfûzdur. Bu yüzden yer gök içinde her ne varsa hepsi Allahü Teâlâ’nın sözleridir, ayetleridir, kelamlarıdır.
Bunların hepsini de "Ol!" emri kuşatır, "Kün!" kuşatır. "Kün!" görünmez âlemde zuhur eder. Görünür âlemde yine kendi isim, kendi güç ve kudretleri, kendi kelamı, kendi Levh-i Mahfûzu ise “fe yekün” der. Ondan sonra varlık âlemi meydana gelir. İnsan olanları Ruh’una bağlar, insan olmayanları da Hay sıfatına bağlar. Bu hâller dahi Levh-i Mahfûzdur.
Elbette ki İlah birdir ama İlah'ın kâinattaki görünümleri, şekilleri şemalları çok değişik hâllerde, çok değişik varlıklardadır. Allahü Teâlâ’nın hangi hâliyle, hangi şekliyle, hangi Şen’inde nasıl kâinata ve içindekilere yansıdı ise beraberinde insanı, İnsân-ı Kâmil'i ve İnsân-ı Kebîr'i de taşır. Onların hepsinin içerisinde onlarda vardır. Onlarda beraber yaşarlar, beraber bilinçlenirler, beraber yaparlar ve beraber inşa ederler. Bunların detayını Rahmân - İsm-i Azâm Sırrı kitabımızda ortaya koyduk.
Bu yüzdendir ki, Levh-i Mahfûzu belli bir nokta veya sınırlı bir yer olarak da anlamamak lazımdır. Levh-i Mahfûz’daki ilimler de her an değişir. Bu hâl, önceki ilim kayıp oluyor anlamını taşımaz. Sadece o an size yansıyan farklı görünmektedir. Bir önceki ana dönmeyi başarabilirseniz o mananın hâlâ orada geçerli olduğunu da görürsünüz. Ama biliyoruz ki hiç birimiz aynı anda aynı noktada kalmıyoruz, çünkü O'nun Şen’i ile beraber varız. Her an bizler de kâinat da değişiyor. Yapı değişiyor, ayetlerin manaları değişiyor, Zatı değişiyor yani değişmeyen hiçbir şey yoktur. Rahmân Suresi 29'ncu ayeti bize bunu açıkça anlatıyor; "O, her an Şen'dedir". Eğer Şen'i sabit kalsa idi o Şen biterdi. Allahü Teâlâ’nın Şen’i diye, her an yaratma hâli diye bir şey olmazdı.
O’nun ilmi bitmez, O'nun hakikati bitmez. Yeter ki insan İlah’la kâinata beraber yansısın, O’nun her isminde hak iddia edip beraber olsun. O’nun her isminde, her gücünde hakkımız vardır. Allahü Teâlâ beğenmediğini yaratmamıştır, razı olmadığını yaratmamıştır, Zatına almayacağını yaratmamıştır. "İnnâ lillâh" diyerek varlığa gönderip, "ileyhi râciûn"da toplayıp, kendi varlığında kabul etmeyeceği hiçbir zerre yoktur, hiçbir varlık yoktur. Yeryüzlerinde ve âlemlerde hangi hâllerde olursa olsun; zahir âlemde baktığınızda; ister günahkâr olsun isterse sevapkar olsun, ister kâfir olsun ister Müslüman olsun, ister inanan olsun isterse inanmayan olsun, ister taş olsun isterse zerre olsun, isterse bitki olsun yani hangi varlık olursa olsun "ileyhi râciûn"da muhakkak kabul edilecektir. Çünkü her şey O'nun varlığı, O'nun kapsaması içerisindedir. O'nun sınırlarının dışı yoktur ki o varlığı o sınırın dışına atsın. O’nun her isminde, O’nun her güç ve kudretinde, O'nun her Şen’inde hakkımız vardır. Bizler de o hakkımızı alacağız.
"O'nun ilminin bundan öte açıklaması yoktur, bu ilim artık en son sınıra geldi demek" büyük hatadır. Yaratıldığımız an üzerinden trilyonlarca yıl geçse, sonsuzluğu da bize bağlasalar, o süreçte de Allahü Teâlâ'nın sadece bir kelamını anlatsak yine bitiremeyiz.
Allah Resûlü buyuruyor ki (Sallallahu Aleyhi ve Sellem); "Melek; (Melaike) burada kastedilen Melek, Allahü Teâlâ’nın tecellilerinden cem olmuş, güç ve kudretlerinden bir araya gelmiş bir yapı yarattı. Bu yapı (Melaike) Zatından Zatına tecellisi ile beraber kâinatı tavafa çıktı. Bir defa tavaf edecek". O bir defada söyleyeceği söz; "Lâ İlâhe İllallahMuhammedun Resulullah"dır. O, daha "Lâ İlâhe" kısmını zor bitirdi. Bunun daha "İllallah Muhammedun Resulullah" süreci var. Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) her kelamında o kadar çok sır vardır ki asla bitmez. Bir tek kelime ve bir tek varlığa yüklenmiş, o hâllerde dönüyor. Bunun da hikmetleri vardır.
Bu ilimler insanların öğrenmesi için ortaya konmadığı gibi, hakikatlerin üstü de sürekli örtülmektedir. Bazı İslam alimleri (!) Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) gerçek hadislerini ortaya koymadıkları gibi, hakikatleri de çarpıtarak, işlerine gelerek yorumlamaktadırlar. Geleneksel inançtan kâr sağlayanlar işlerine gelmediği için bunları, ilmin bu hallerini anlatmıyorlar. Zaten hakikat ilimlerinden de haberleri yoktur. Hiç değilse bu hadislerden bahsetseler, o da yok. İnsanları korkutmak varken neden bunları anlatsınlar. Çünkü bu tür hakikatler anlatılırsa onlar insanlar üzerinden bir kazanç sağlayamayacaklarını biliyorlar. O sebeple de anlatmadılar, anlatmazlar da.
Allahü Teâlâ'nın huzurunda aldığımız eğitimler; kâinatın yaratılışının hali, kendi yaratılışımızın hali ve Şen'de oluşan, Allahü Teâlâ'nın yaratma halinde oluşan tüm ilim ve bilimlerin Levh-i Mahfûzda toplanmasının altındaki hikmet de; insanın o nur haldeki varlığına toplanmasıdır.
"Levh-i Mahfûz aslında insanın kendisidir."
Cafer İskenderoğlu